Kentimizin en genç ve aktif STK’larından biri olan Antalya Kültürel Miras Derneği (ANKA)’nın çalışmalarını uzunca bir süredir takip ediyorduk. Belki benim gibi kimi takipçilerimiz de “Müzede Bir Gece” etkinliklerine katılıp doyumsuz bir tarihsel yolculuk yapma şansını yakaladı.
Hem ANKA’yı yakından tanımak hem de çalışmaları hakkında detaylı bilgi almak için ANKA Başkanı Selda Baybo ile pandemi öncesinde niyet ettiğimiz röportajı pandemi koşullarında; uzaktan ve yazılı olarak gerçekleştirdik.
Lisans ve yüksek lisans eğitimini Akdeniz Üniversitesinde, doktorasını Selçuk Üniversitesi Sualtı Arkeolojisi bölümünde tamamlayan Baybo, arkeolog ve profesyonel turist rehberi olmasının yanı sıra kültürel miras alanında daha ileri çalışmalar yapmak amacıyla Kültürel Miras Yönetimi lisans eğitimini de tamamlamış. Hal böyle olunca Antalya’nın somut ve somut olmayan kültürel miras zenginliği, bu zenginliğin kayıt altına alınması, korunması ve aktarılması konularında aklıma gelenleri sordum, kendisinin de oldukça detaylı olarak verdiği cevapları röportajımızdan okuyabilirsiniz. Baybo, ayrıca, röportaj sorularımızı cevaplarken kimi konular hakkında daha detaylı okuma yapmak isteyen okurlarımız için de linkler paylaştı. Kendisine teşekkür ediyoruz.
Röportaj: Seher Özen Karadeniz
- Kentimizin en genç ve aktif STK’larından biri olan Antalya Kültürel Miras Derneği (ANKA)’yı takipçilerimize daha geniş anlatalım istedik. ANKA’nın başkanlığını yapıyorsunuz öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?
Antalya Kültürel Miras Derneği’nin (ANKA) kurucularından ve yöneticilerindenim, arkeolog ve profesyonel turist rehberiyim, lisans ve yüksek lisansımı Akdeniz Üniversitesinde, doktoramı Selçuk Üniversitesi Sualtı Arkeolojisi bölümünde tamamladım. Kültürel Miras Yönetimi konusunda daha derin bilgilenmek, ulusal ve uluslararası kültürel miras mevzuatını ve ülkemizdeki uygulamalarını daha yakından takip edebilmek amacıyla da geçen yıl Kültürel Miras ve Turizm bölümünü de bitirdim.
Söyleşimiz Fullantalya internet sitesinde yayınlanacağından meraklıları için cevaplarımın içinde kaynakçaya da yer verdim. Okuyanlara kolaylık açısından özellikle internet üzerinden erişilebilen linkler paylaşmak istedim.
“AMACIMIZ, ANTALYA’NIN SOMUT VE SOMUT OLMAYAN KÜLTÜREL MİRASI KONUSUNDA FARKINDALIK YARATMAK.”
- ANKA’yı ne zaman kurdunuz?
Antalya Kültürel Miras Derneği 2014 yılında kuruldu.
- ANKA’yı kurmanızdaki amaç neydi ve ilk ekipte kimler vardı?
ANKA, Antalya özelinde kentin kültürel ve tarihsel özelliklerini öne çıkararak Antalya’nın “somut ve somut olmayan kültürel mirası” konusunda bir farkındalık yaratmak, kültür sektöründe alınan kararlar, uygulamalar ve projeler ile ilgili izlemeler yapmak ve kültürel miras alanında çalışanlar arasında bir dayanışma ve diyalog kurmak üzere kuruldu.
Dernek ilk kurulduğunda sadece çalışmalarını Antalya’da yürüten Arkeoloji, Sanat Tarihi, Eskiçağ Tarihi, Hititoloji, Antropoloji, Halk Bilimi, Epigrafi gibi farklı alanlarda çalışan akademisyenler ya da meslek insanlarından oluşuyordu. Daha sonra bize iletilen talepler doğrultusunda tüzüğümüzde bir değişiklik yaparak üye profilimizi genişlettik. Sosyologlar, Mimarlar, Şehir ve Bölge Plancıları, Avukatlar, Restoratörler ve doğrudan ya da dolaylı olarak kültürel miras alanına ilgi duyan herkesi üye olarak birlikte çalışmaya davet ediyoruz.
- Şu an kaç üyeniz var
Asil ve fahri olmak üzere 100’e yakın üyemiz bulunuyor.
“ANTALYA’NIN TESCİLLİ KÜLTÜR VARLIĞI YOK DENECEK KADAR AZ.”
- İnternet sayfanız “Kültürel miras temel insan hakkıdır” sözüyle açılıyor. Yıllarca bu alanda çalışmış biri olarak kamu bu temel insan hakkından haberdar mı? Bu hakkını korumak konusundaki yaklaşımını nasıl değerlendirirsiniz?
Dayanışma Hakları veya Kolektif Haklar olarak da bilinen Üçüncü Kuşak Haklar içinde ‘İnsanlığın Ortak Mirasına Sahip Çıkma Hakkı’ da tanımlanmıştır[1]. Biz buna atıfta bulunmak istedik. Kavramın tarihsel arka planı 60’lı yıllara değin uzanır[2].
Kamuda bu tür bir farkındalık ya da talebin bulunmadığı konusunda hızlıca hemfikir olabiliriz. Konu esas itibarıyla olanca karmaşık ve çok bileşenli bir yapıya sahip. Kültür Bilimleri alanında faaliyet gösteren bir uzman olarak mikro alanda da makro alanda da bir “tarihselleşme” sorunuyla yüz yüze olduğumuzu düşünüyorum. Uç bir örnek olabilir ama Antalya’nın tescilli kültür varlıkları listesine bakacak olursanız, kentteki varlığımızı tasdik edecek somut ve somut olmayan miras değerlerimizin yok denecek kadar az olduğunu görürsünüz. Yani bir gölge ya da rüzgar gibiyiz. Bu şaşılası bir durum.
“ÜLKEMİZDEKİ UYGULAMALAR NEDENİYLE RESTORASYON, NEREDEYSE TAHRİP İLE AYNI ANLAMDA ALGILANIR OLDU.”
- Kentimiz özelinde soracak olursam; sizce, kentin tarihi eserleri restore edilirken bu temel insan hakkı göz önünde bulunduruluyor mu/bulundurulmalı mı? Kesik Minare özelinde değerlendirebilir misiniz?
Ülkemizdeki uygulamalar nedeniyle restorasyon neredeyse tahrip ile aynı anlamda algılanır oldu. Kültürel miras uzmanı olarak restorasyon kavramının ortaya çıkışı ve yöntemleri hakkında kısa bir tanım yaparak başlamam gündemden düşmeyen uygulamaların daha iyi anlaşılmasını sağlayabilir. Avrupa’da 16. yüzyılda temelleri atılan koruma ve restorasyon kavramları 19. yüzyılda bilimsel yaklaşımla ele alınarak kuram olarak geliştirilmiştir. Restorasyon, taşınmazın tasarımı, yapım teknolojisi, malzemesi ve süslemelerinin yapıldığı dönem ya da dönemlere özgü niteliklerini korumak amacıyla yapılan kapsamlı koruma müdahalesidir ve çeşitli yöntemler içerir. Bunlar sağlamlaştırma (consolidation), ayıklama (liberation), bütünleme (reintegrasyon), yenileme (renovation), yeniden yapma (rekonstrüksiyon), taşıma (reconstitution) ve taklit (reproduction/replica). Kesik Minare projesi bir “rekonstrüksiyon”dur. Yani yeniden inşa etme; yapının belli bir kısmı onarılmıyor, yapının tüm elemanları sökülüp tamamı yeni malzeme ile yeniden kuruluyor. Kesik Minare bu minvalde en güncel örnek olarak rahatlıkla gözlemlenebilir. Bu uygulamalar yapılırken az önce bahsettiğimiz temel insan hakkının göz önünde bulundurulmadığını söyleyebilirim. Kesik Minare’nin geçirdiği son yangın sonrası aldığı isim ve şekil olarak artık sadece tarihin sayfalarında, eski fotoğraflarda ve onu ‘kesik’ olarak tanıyan şimdiki jenerasyonun hafızalarında yer alacaktır.
Arkeolojik Sit Alanı içerisinde restorasyon yapmanın pek çok inceliği yanında en önemli özelliğinin belli bir zaman kısıtı içerisinde bitirilme zorunluluğu gerektiren süreli ihalelere bağlı olmamasıdır. O zaman müteahhitlik devreye girerek yapının orjinaline uygun onarılması değil de süresinde bitmesi için yapının taşları dahil her şeyin yeniden hızlıca inşa edilmesi olmaktadır. Bunu başta meslektaşlarım ve bu türden restorasyonları takip eden kültür ve arkeoloji meraklıları örneğin Sagalassos Antoninler Çeşmesi, Hierapolis (Pamukkale) Tiyatrosu ve Efes Celsus Kütüphanesi gibi restorasyonlardan çok iyi bilmektedirler. Sagalassos’daki Antoninler Çeşmesinin restorasyonu birkaç yıl değil on yıldan fazla sürmüş, onlarca uzman arkeolog, mimar, restoratör, heykeltraş ve taş ustası çalışmış ve ortaya bugün her bakanın hayran olduğu örnek bir restorasyon/onarım gerçekleştirilmiştir.
Süre giden restorasyonların çoğunun turizme hizmet etmek amacıyla gerçekleştirildiği öne sürülüyor ki Kesik Minare de ilkin müzepark olarak planlanmıştı, sonradan cami olarak hizmete açılması gündeme geldi. Her iki durumda da harcanan yüksek bütçelerle bu alanlar birer rant alanına dönüştürülmüş durumda. Bu rekonstrüksiyonların bütçesi kent halkının ödediği emlak vergisi üzerinden kesilen % 10’luk meblağ ile karşılanırken, kent halkına uygulama veya proje hakkında ne düşündüğü sorulmuyor. Bu bahsettiğimiz bütçe sadece Kesik Minare için 20 milyon liradan oluşuyor ve kullanımı valiliğin yetkisinde. Kültürel Miras bir insan hakkı olarak içselleştirildiğinde ANKA olarak beklentimiz, umarız bu tarih çok uzak değildir, kent halkının ve sivil toplumun bu süreçlere katılma talebinin oluşması. Bununla birlikte uygulama bittiğinde neye benzeyeceğini gösteren bir maketinin kent halkının oylamasına sunulması gerektiğini de düşünüyoruz.
Kesik Minare kentin tarihinin çok katmanlılığına dair Hellenistik, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı devirlerinin izlerini bir arada bulunduran bir “Hafıza Merkezi” olarak Kaleiçi’nin en değerli kalıntılarından biridir. Tapınaktan kiliseye, kiliseden camiye dönüştürülen her çağda kutsal olarak değer görmüş bir mekân. Elbette bu çok katmanlılık büyük bir tarihsel ve kültürel zenginliktir ve her katmanının kalıntısıyla bir Açık Hava Müzesi veya Kent Hafıza Merkezi olarak sergilenmesi çok daha uygun olurdu.
Konusu gelmişken bu alanın Antalya’nın Selçuklular tarafından fethi sonrası kiliseden camiye dönüştürüldüğü ve bu dönüşümün fetih sembolü olarak yapıldığına ilişkin kaynak gösterilmeksizin basın açıklamaları veriliyor ve yapılan rekonstrüksiyona gerekçe oluşturulmaya çalışılıyor. Post-truth ve epistemolojik popülizm kavramları ile ‘uzmanlığa, vukufa falan bakmadan atıp, tutma serbestisi’ olarak açıklanan ‘hakikatin anında imal edilebildiği ve çoğaltılabildiği, bilginin kanaat tarafından ikame edildiği’ bunun gibi dayanaksız açıklamalar günümüzde oldukça popüler[3]. Ancak tarihsel olarak böyle bir kayda sahip değiliz. İsminden de anlaşılacağı üzere Osmanlılar Dönemi’nde camiye çevrildiği ve hatta o nedenle Korkut Cami olarak adlandırıldığı bilinmektedir.
- ANKA yerel kurumlarla işbirliği halinde çeşitli etkinlikler yaptığı gibi “Kültürel Miras Konuşmaları”, “Kültürel Miras Farkındalık Etkinlikleri” kapsamında da kendi organize ettiği etkinliklerle kentin kültürel mirasının daha yakından tanınması ve korunması için uğraşıyor. Bu etkinlikleri alışılmışın dışında yollarda gerçekleştiriyorsunuz. Benim de katıldığım “Müzede Bir Gece” gibi… Katılımcılardan nasıl geri dönüşler alıyorsunuz?
Üçüncü kuşak insan haklarından bahsetmiştik. Bu tür hakların ‘kağıt üzerinde kabulüyle değil de insanların bu hakların varlığını fark ettiğinde ortaya çıktığı’[4] önerisini benimsiyoruz. Bu nedenle ANKA olarak Kültürel Miras Farkındalık Etkinlikleri adı altında bir dizi etkinlik yürütüyoruz. “Kültürel Miras Konuşmaları”, “Kültürel Miras Farkındalık Etkinlikleri”, “Antalya Dersleri” yanında Dünya kültür mirasının korunması ve müzeciliğin tanıtılması amacıyla Uluslararası Müzeler Konseyi (ICOM) tarafından tüm dünyada kutlanan Uluslararası Müze Günü’nde de altı yıldır her 18 Mayıs’ta Antalya Müzesi’nde ‘Müzedeki Antalya’yı anlatıyoruz. Davet ettiğimiz sivil toplum kuruluşları yanında o gece müzeye gelen tüm Antalyalılara derneğimiz uzmanları tarafından Antalya’da gerçekleştirilen kazılar ve gün ışığına çıkarılan buluntular eşliğinde Antalya tarihini ve kültür mirasını anlatıyoruz. Katılımcılardan ilgi yoğun, geri dönüşler de çok olumlu. Müzede sergilenen eserlerin etiketinde yer alan tarih ve dönem bilgisinin ziyaretçilere pek bir şey anlatmadığını ifade ediyorlar. Özellikle Antalyalılar heykellerin hangi amaçlarla yapılıp antik kentlerin çeşitli yerlerine ne sebeple dikildiklerini, ölü gömme geleneğinin tarih içinde nasıl farklı şekillere dönüştüğünü, sosyal hayata ilişkin pek çok anlatı yanında dönemin bayramlarını, dinsel ritüellerini, müsabakalarını, günlük yaşamda kullanılan seramik, cam ve metal kaplar ile pek çok araç-gerecin yapımına ve hatta para basımına dair ilk kez böylesine kapsamlı bir bilgilendirme aldıklarını bildiriyor ve etkinliklerimizi takip ediyorlar.
- Çocuklarla geçtiğimiz yıllarda kent üzerine yaptığınız bir farkındalık atölyesi oldu. O etkinlikten biraz söz eder misiniz? Çocuklarımız yaşadıkları kenti tanıyor mu?
Ocak 2019’da ANKA ve Antalya Kültür Sanat (AKS) işbirliği ile “Gelecek Bizim: Doğal ve Kültürel Miras Farkındalık Atölyesi”ni gerçekleştirdik. Doğal ve Kültürel Mirasın korunmasına dair farkındalığın çocuk yaşlarda oluşmasını çok önemsiyoruz. Bilinçli bir yurttaş ve hemşeriliğin temellerinin atılmasına bir katkı sağlamayı umuyoruz. Katılımcı çocuklar yaşadıkları kentin coğrafyası, doğası, tarihi ve kültürel mirası hakkında atölyeler, oyunlar, oryantiring ve interaktif etkinliklerle bilgilendiriliyorlar. Maalesef aileleri ile kenti adımlarken gördükleri Toros Dağları, Akdeniz, Falezler, Attalos heykeli, Saat Kulesi, Surlar, Hadrian Kapısı, Doğu Garajı Nekropolü, Antalya Limanı, Hıdırlık Kulesi, Kesik Minare, Antalya Müzesi ve daha birçok yer ve yapıyı tanımadıklarını gördük. Programı dernek üyelerimizden Arkeologlar ve Kültürel Miras Uzmanları Ecem Akkaya, Perihan Kılıçkaya, Aysel Ovalıoğlu ve Gökhan Tiryaki ile birlikte hazırladık. Program özetle şu şekilde uygulandı: Önce atölye dersinde görüntüler üzerinden sohbet ve tartışma şeklinde bir ön tanıtım yapıldı ardından kentin farklı noktalarına yürüyerek gidildi ve bizzat orada bulunup bu doğal oluşumlar veya kültürel yapılar incelendi, bir yandan oyunlar oynanırken bir yandan da bu doğal ve kültürel varlıklar üzerine düşünüp kenti tanımaları, doğal ve kültürel mirasın neden önemli olduğu ve gelecek nesillere aktarılmasının gerekliliği kavratılmaya çalışıldı. Atölyemiz yarı tatil ve her ara tatilde açılmak üzere planlanmıştı ancak pandemi nedeniyle maalesef devamı uygulamaya geçemedi.
“2021 YILINDA YAYINLAYACAĞIMIZ KALEİÇİ BELGESELİ’Nİ ÇALIŞIYORUZ”
- Pandemi döneminde neler yaptığınızı merak ettim doğrusu, bu tarz etkinlikler yapma fırsatınız oldu mu?
Pandemi sırasında 2020 için planladığımız takvimi ertelemek zorunda kaldık. Daha önce başladığımız ve araya giren konular ve çalışmalar nedeniyle yarım kalan işlerimize yoğunlaştık. Kesik Minare kararları sırasında kentin hafıza merkezi, belleği olan Kaleiçi’ne dikkat çekmek amacıyla başladığımız bir belgesel projemiz vardı. Antalya ve Kaleiçi’nde çalışmalar ve araştırmalar yapan çoğu akademisyen 14 uzmanın görüşlerinin alındığı bu belgeseli tamamlamaya gayret ettik. 2021’de yayınlanması için çalışmalarımız devam ediyor. Bu dönemde çalıştığımız bir diğer konu da “somut ve somut olmayan kültürel mirasın” kayıt altına alınma sürecine katkı sağlamak üzere Avrupa Birliği hibeleriyle uygulanabilecek projeler üretilmesi. Yine 2021 yılında bu çalışmaların başlatılabileceğini umuyoruz.
“KORUMANIN İLK ŞARTI KAYIT ALTINA ALMAKTIR”
- 2200 yıllık bir kentte yaşıyoruz. Bu kentin 2200 yılda biriken kültürel mirasının korunması ve aktarılması konusunda kentin tüm bileşenlerinin yaklaşımlarını genel olarak nasıl değerlendirirsiniz?
2200 yıl II. Attalos’un kenti kurduğu tarih başlangıç noktası kabul edildiğinde ortaya çıkan süre. Ancak 20.000 km2’lik Antalya sınırlarında kalan antik çağın dört önemli bölgesi Likya, Pamfilya, Pisidya ve Milyas’daki kent, köy, liman ve yol kalıntıları 2200 yıldan da daha eskidir. Aslında Antalya’daki iskan tarihini Karain Mağarası ile başlatmak daha uygun olacaktır. Böylece türümüz Homo Sapiens öncesi yaşayan Homo Neandertalis’e yani günümüzden yaklaşık 200.000 yıl öncesine dek uzanan bir tarihsel süreç söz konusu olacaktır. Bu kadar geniş bir tarihsel artalanda biriken somut ve somut olmayan kültürel mirasın korunması ve aktarılması konusunda kentin tüm bileşenlerinin bir arada çalışmasına ihtiyaç vardır. Korumanın ilk şartı kayıt altına almaktır ancak, Antalya’daki tespit ve tescil süreçleri hala bitirilememiş, kentin kültür envanteri tüm yönleriyle ortaya çıkarılamamıştır.
2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu gereğince Kültürel Miras Varlıkları Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın denetimi ve koruması altındadır; Kültür Varlıkları ‘devlet malı’ sayılır ve bölgelerde merkez tarafından yetkilendirilen kurumlar aracılığıyla (İl Kültür ve Turizm Müdürlükleri, bu müdürlüğe bağlı Müze Müdürlükleri ile KVMGM’ne bağlı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulları ) yönetim sağlanır. Bununla birlikte, 2000-2012 yılları arasında sorunlara daha çabuk ve etkili çözüm üretmek, bir yandan merkezi hükümetin üzerindeki mali ve idari yükü almak, yerel temsiliyeti ve katılımı arttırmak amacıyla yerel yönetimlere bazı yetkiler devredilmiştir. Ancak, ne yerel yönetimlerin ve kamu kurumlarının ne de üniversitedeki ilgili birimlerin böylesi geniş bir çalışmayı tek başına tamamlama imkânı vardır. İçinde sivil toplum kuruluşlarının bulunduğu, sistemli ve tutarlı, gelecek 10 yılı planlayan ve kayıt alma süreçlerini ulaşılabilir, kamuya açık kaynaklar üzerinden gerçekleştiren bir araştırma ile planlanmasına ihtiyaç vardır. Aksi takdirde kurumların bunu tek tek yapabilmesi mümkün görünmüyor.
- Antalya turizminin ‘deniz, kum, güneş’ üçlüsü bağlamına indirgenmesinin doğru olmadığı sıkça vurgulanıyor. Kentteki kültür turizmi yoğunluğu üzerine neler söylersiniz? ANKA’nın kültür turizminin geliştirilmesi konusunda çalışmaları var mı?
Kültür turizminin geliştirilmesi ANKA’nın tüzüğünde doğrudan yer alan bir başlık değil, biz dernek olarak Antalya’nın Somut ve Somut Olmayan Kültürel Miras varlıklarının kayıt altına alınmasını, korunmasını, tanıtılmasını ve gelecek kuşaklara aktarılmasını sağlamak üzere kent halkında bu konuda bir farkındalık oluşturarak hep birlikte kolektif bir bilinçle korumayı amaçlıyoruz. Yabancı bir turistten çok yerli halkın bu alanları tanımasını, ziyaret etmesini ve sahiplenmesini önemsiyoruz.
Ancak konuya yabancı değilim. Ocak 2019’da Antalya Kent İzleme Platformu(AKİP)’nun düzenlediği Kent Hakkı Forumu’nda Antalya’da Kültürel Miras ve Turizm Uygulamaları başlıklı bir bildiri sundum[5]. Hem sahada çalışan bir arkeolog hem de 2006 yılından itibaren Almanca ve Arapça dillerinde profesyonel turist rehberliği yapan biri olarak ören yeri ziyaretçi sayılarını incelediğimde oldukça şaşırdım.
2015 yılı sonunda Rus uçağının düşürülmesi, terör eylemleri ve 2016’daki darbe girişimi sonrası oluşan güven kaybı sonucu turizm verilerinde ciddi bir azalma görülmüştür. Bu süreçte ivme kaybeden turizm verilerini ele almadan son 10 yıl içinde en yüksek ziyaretçi sayısına sahip olan 2015 yılını inceledim. Antalya’ya hava yolu ile gelen turist sayısının 13 milyona yaklaştığı aynı yıl Antalya’da bulunan tüm müze ve ören yerlerini gezen turist sayısının 962.215 olduğu sonuç olarak gelen turistlerin yalnız % 7’sinin “kültür turizmine” katıldığı görülmektedir. %7’lik oran için yoğun değil de beklenenin çok altında diyebilirim. Bu sonuç Türkiye’yi seçen turist profiliyle alakalı. Türkiye’ye gelen turist profili araştırmalarında ortaya çıkan sonuçlara bakıldığında ise; orta ve orta-alt gelir grubundan, çoğunluğunun ilk ve orta dereceli eğitim kurumu mezunu olduğu, %80 gibi yüksek bir oranın her şey dahil sistem ile geldiği görülmektedir. “Deniz, kum, güneş üçlüsü” ve “her şey dahil” sisteminin yarattığı ucuz turizm pazarlaması uzun bir süre daha geçerli olacak gibi görünüyor. Bu da bizi maalesef Antalya’nın “kültürel miras varlıklarının” zenginliği ile değil, deniz, kum ve güneşiyle tanındığı gerçeğiyle yüz yüze getiriyor.
“BELLİ BİR KENTİ ÖNE ÇIKARAN UYGULAMALARIN HAKKANİYETLİ OLMAYAN BİR YÖNÜ DE VAR.”
- Turizm Bakanlığı’nın 2018 yılında Perge Yılı’yla başlattığı ve her yılı bir antik kenti ön plana çıkararak tanıtım planlaması yaptığı projenin antik kentlerin ziyaretçi sayısını arttırdığını düşünüyor musunuz?
Perge 2018’de Antalya Valiliği tarafından Perge yılı ilan edilmişti. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 2018 Troya, 2019 Göbeklitepe ve 2020 Patara yılı olarak belirlendi, elbette uygulamaları takip ediyoruz. Ören yerlerine ilgiyi arttırması ve ülkemizin kültürel zenginlikleri konusunda farkındalık yaratması açısından oldukça önemli. Çünkü bu türden ilanlar daha çok yurt içini ve yurttaşları hedef almaktadır.
Bu üç yıllık program incelendiğinde sadece Göbeklitepe’nin çatı projesi ve ziyaretçi güzergâh yolu bitirildikten sonra yani ziyaretçiler için hazır olduğunda ilan edildiği görülüyor. Troya yılı ilan edildiğinde Troya müzesi henüz bitmemişti ve ziyaretçiler Troya’dan çıkan eserleri ancak Troya yılı biterken Ekim ayında görebildi. Bu yıl ilan edilen Patara’da da benzer bir durum söz konusu. Ziyaretçi Karşılama Merkezi adı altında yapılan büyük çaplı inşaatlar Patara yılı ilan edildikten sonra başladı ve kenti ziyarete gelenler hem restorasyonlar hem de karşılama merkezlerinin şantiyeleri ile karşılaşıyorlar. Patara yılı ilan edildikten sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kalkınma Ajanslarının restorasyon destekleri ve Antalya Valiliği’nin kullanımında olan ve kent halkının emlak vergilerinden %10 oranındaki kesintilerden oluşan kaynak ören yerinde yapılacak inşa ve düzenleme çalışmalarına aktarılarak şantiyeler kurulmuştur. Oysa ören yeri ziyaretçilere tümüyle hazır olduğunda ilan edilmeliydi. Belirlenen ilan tarihinin çok öncesinde başlayan planlamalar ile yıl boyuna yayılan kültür, sanat ve farkındalık faaliyetlerinin gerçekleştirildiği bir program başlatılmalıydı. Hatırlarsınız İstanbul 2010 yılı için ‘Dünya Başkenti’ olarak ilan edilmişti. 2010 yılında gerçekleştirilecek programa bir proje ile başvurduğumuzda sanırım 2007 veya 2008 yılıydı.
Bu belli bir kenti öne çıkaran uygulamaların hakkaniyetli olmayan bir yönü de var. Öne çıkarılan ören yerinin bağlı olduğu ildeki tüm kaynaklar tek bir yere aktarılıyor. Böylece belli bir alan rekonstrüksiyonlarla “ihya” edilirken diğer ören yerleri ve korunması gerekli kültür varlıkları ihmal ediliyor. Hep var olan ama son yıllarda dinamitler, kepçeler ve iş makinaları ile tahribatların geri dönüşü olmayan bir boyuta ulaştığı definecilik karşısında koruma ve önlem alma gerektiğinde “kaynak yok” cevabı verilmektedir. Oysa basından da izlediğimiz büyük ölçekli restorasyon, rekonstrüksiyon projelerine harcanan kaynakların miktarı dudak uçuklatmakta, çok daha az bütçelerle merkezden uzak, dağ başlarında bulunan antik kent ve kalıntılar koruma altına alınabilir. Eğer amaç korumaksa…
“SOMUT OLMAYAN KÜLTÜREL MİRASIMIZI DA KAYIT ALTINA ALIP KORUMALIYIZ.”
- Son olarak eklemek istediğiniz başka bir konu var mı?
Gündemdeki restorasyonlar, imara açılan sit alanları ve definecilik faaliyetleri nedeniyle sürekli olarak Somut Kültürel Mirastan bahsediyoruz. Bir de kayıt altına alınması ve korunması gerekli Somut Olmayan Kültürel Mirasımız var. Sanatsal ve kültürel üretimler; evren, doğa ve yaşam hakkındaki bilgilerimizi yansıtan sözlü aktarımlar, çeşitli festivaller, seyirlik köy oyunları, ninniler, deyişler ve diğer toplumsal uygulamalar kültürel miras tanımının somut olmayan unsurlarını oluşturuyor. Burada korunması gereken, üretim sürecinin geleneksel uygulamalarıdır. Antalya’da şimdilik Döşemealtı halıları, Tirmis gibi kente özgü kültürel ürün ve üretimlerin bulunduğu 12 Somut Olmayan Kültür Mirası tescil edilmiştir. Somut Olmayan Kültürel Miras (SOKÜM) kavramını bir örnekle açmak gerekirse, Antalya’da pek çok yerde çürümeye yüz tutmuş şekilde karşımıza çıkan, yakın zamana dek yoğun olarak kullanılan Tahıl Ambarlarını tek başına değil de onu yapan ustanın üretim geleneğini, zanaatını hatta bu ambarların ham maddesi olan Sedir Ağaçlarını/Ormanlarını da koruyup yaşatmayı içeriyor.
[1]https://m.bianet.org/bianet/insan-haklari/202993-70-yilda-ikinci-ve-ucuncu-kusak-insan-haklarini-hatirlayalim https://insanhaklarimerkezi.bilgi.edu.tr/media/uploads/2015/08/14/pusula_bolum4_insanhaklarininevrimi_istanbulbilgiuniversitesiyayinlari.pdf Üçüncü Kuşak Haklar : Barış hakkı, Çevre hakkı, Halkların kendi kaderini tayin (self-determinasyon) hakkı, Gelişme hakkı, Herkesin insanlığın ortak mirasından yararlanma hakkı. Ayrıca bu gelişim, bir insan hakkı olarak 1986 yılı BM Genel Kurulu Bildirisi’yle yasalaştırılmıştır.
[2] BM Genel Kurulu’nda 16 Aralık 1966 tarihinde kabul edilip 3 Ocak 1976’da yürürlüğe giren Ekonomik, Sosyal Ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi de bu adımla rdan biri.
[3] Tanıl Bora, Sözde Aydın, Birikim Dergisi, Haftalık, 21.10. 2020 https://birikimdergisi.com/haftalik/10318/sozde-aydin (site en son 23.10.2020’de ziyaret edildi)
[4] Av. Ömer Aykul , Hukuk Sisteminde Temel İnsan Hakları ve Gelinen Son Aşama “Dördüncü Kuşak Haklar ve Bunların Talep Hakkı” Mayıs 2015, http://www.aykultopcu.com/Habervemakele-184-Hukuk-S (site en son 28.10.2020’de ziyaret edildi)
[5]https://drive.google.com/file/d/1BrIVUbTiRFikcVN1306n5JsBrqJqfohC/view (site en son 23.10.2010’de ziyaret edildi.) Selda Baybo, Antalya’da Kültürel Miras ve Turizm Uygulamaları, Antalya Kent İzleme Platformu, Kent Hakkı Forumu 2019, Antalya Barosu Yayınları, s. 94-97 (2019).